Dimitri

bir varmış bir yokmuş.. yalan gerçek, doğru masal iken, ejder yiyen bebekler analarının
kucağında sallanır, kuzu ile kardeş olan kurtlar otlakları korur iken

bir adam yaşarmış adı dimitri imiş.. 10 yaşındayken yaşadığı manastır haydutlar tarafından
basılmış ve oradaki diğer yetimlerle birlikte yakalanıp köle olarak pazara çıkarılmış. abdulamr
adında bir soylu satın almış dimitri'yi.

amr dimitriyi çok sevmiş. akıllı ve becerikli bir çocukmuş küçük dimitri.. 28 yaşında iken
efendisi hastalanmış ve ölüm döşeğinde kölesine bir azadname ile vasiyetinden bir miktar pay
vermiş..

dimitri azadname ve parayı alarak bir dükkan alıp çeşitli kumaş, envai çeşit baharat ve uzak
diyarlardan gelen bin türlü iksir ve bir dolu tuhaf şeyin ticaretine girişmiş efendisinin
verdiği altınlarla.. işinde ilerlmiş..
işinde ilerlmiş ve yörenin sayılı zenginlerinin arasına girmiş..
ama içinde hep bir boşluk var..
tarif edemediği, ne olduğunu anlayamadığı bir boşluk..

dağlara ait olan kalbi ve damarlarında dolaşan barbar kanı kaynıyor içten içe... yılların
verdiği yumuşak ve rahat hayattan mı, yoksa kabilesini ve ailesini yok edip, daha 2 yaşında bir
çocukken onu yetim ve öksüz bırakan savaşın etkisiylemi bilinmez, geçmişi düşünmekten kaçıyor
hep...

yıllardan bir yıl, günlerden birgün, zamanı böyle rahatlık ve ferah içinde geçerken, sokaktaki
tellalın sesi yankılanıyor mermer kaplı dükkanında.. o gün öğleden sonra başlayacak olan arena
dövüşlerine davet ediyordu tellal.. uzak diyarlardan gelmiş canavarlar, halkın sevgilisi
kahramanlar ve acemi çaylak birkaç yeni savaşçı rol alacakalar bu kan ve savaş sahnesinde..
vakit öğlene yaklaştığından dükkanını kapatıp arenaya doğru yürümeye başladı.. bu savaş
oyunlarını severdi.. her izleyişinde içinde birşeylerin kıpırdadığını hissediyordu.. ama çok
derinlerde, unutulmuş birşeylerin...

kapıya kadar geldi.. kalabalık bir ahali sıra oluşturmuştu avam girişinin dar kapısında.. o
biraz sağ tarafa doğru seyirtip geniş ve süslü bir kapıya yöneldi.. bu kapıda içeri girmeye
çalışanları ellerindeki sopalarla hizaya sokan muhafızlar yoktu.. ağır adımlarla ilerleyerek
kapıya yaklaştı.. kapının yanındaki bir satıcıdan yağda kızartılmış baharatlı ekmek alarak
soyluların giriş yaptığı kapıdan girdi.. kapıdaki muhafızlar, gülümseyerek selam veren
dimitriye kılıç tutan ellerini göğüslerine vurarak karşılık verdiler..

gidip geniş ve güzel bir yer buldu kendine.. arenayı cepheden gören üzeri gölgelikli bir
mindere oturdu.. burada oturulacak yerlerde kadife minderler vardı... elindeki ekmeği kemirerek
izlemeye başladı... sayısız dövüşler, ölenler öldürenler, balta girmemiş ormanlardan çıkan uzak
diyarlardan esrarengiz yaratıklar, ve bir dolu vahşet izledi... sonra bulunduğu yerin altından
çıkan bir adam dikkatini çekti.. rahat ve umursamaz tavırlarla yürüyerek geldi arenaya.. kaslı
esmer vücudu güneşin yakıcı ışığıyla parlıyordu... vücudunu kaplayan bir dövme ile yapılmış
yazılar dikkatini çekti.. adam şöyle bir durdu ve bütün arenayı süzdü... elindeki great sword
yere eğilmiş, sanki adamın elinde oyuncak gibi duruyordu...adam tribünlere bakarken bir an için
gözgöze geldiler.. sonra genç barbar yürüyerek ortaya doğru ilerledi... fakat dimitri'nin asıl
dikkatini çeken, genç adamın söylediği, daha doğrusu mırıldandığı melodi idi.. adam yüksek
sesle bir melodiyi tekrar ediyordu...

bir an için görüntüler belirdi dimitri'nin zihninde.. kopuk, silik ve bulanık görüntüler..
annesinin ona söylediği bir ninniye çok benziyordu melodisi.. hatta garip bir şekilde tam da
annesinin söylediği gibi söylüyordu.. elindeki kağıt parçasına sarılı ekmek, gevşeyen
parmakları arasından yere düştü..

bu arada karşı taraftaki kapı açılmış ve iki savaşçı dwarf ellerinde savaş baltaları olduğu
halde arenanın ortasına doğru yürümeye başlamışlardı.. barbar yanında durmakta olan elfle
birşeyler konuştu.. yaklaşan dwarflar atack mesafesine geldiklerinde bile kılıcı hala yere
eğikti.. barbarın hareketlerinde herhangi tehditkar bir ifade yoktu.. seyircilerin şaşkın
bakışları arasında dwarflar ile bir süre konuştular... ama dwarflardan biri, avucuna sakladığı
tozu fırlatmadan hemen önce elf birkaç adım geri çekilmişti... barbarın kılıcı hala eğikti...
genç barbar bir kaplanın çevikliği ile bu namert hareketten kurtulup kılıcını kaldırdı ve
"HAİNLER" diye bağırarak korkunç bir hızla saldırdı... dwarflar da boş değildi... elf zor bir
mücadele içine girmişti rakibi ile.. ilk birkaç hamlede aldığı yaralar kendini korumasını
güçleştirdi... sendeliyor ama yine de direniyordu.. barbar ise bir türlü istediği gibi
savaşamıyordu rakibiyle.. namertçe savaşan cüce aldatmaca hareketleri yaparak barbarın
ataklarını sonuçsuz bırakıyor, ama güçlü savaşçıya üstünlük de sağlayamıyordu... derken elf
düştü.. ve barbarın bir anlık dalgınlığından yararlanan dwarf yine namertçe bir aldatmacayla
barbara çelme takarak iri adamı yere serdi...
savaş meydanına bakan, ancak gözleri geçmişe ait görüntüleri seyreden dimitri ise babasının kılıcının üzerindeki kanatlı aslan figürünü hatırlamakataydı o an.. ancak barbarın devrilmesi ile kendine geldi.. gözleri yuvalarında büyüdü... cılız bir "hayır" sesi döküldü dudaklarından, vücudunu sarıp sarmlayan titremelere engel olamıyor, içten içe büyüyen bir kin ve öfkenin esiri olmaya başlıyordu..  yerdeki barbara kılıcıyla yaklaşan cüceyi gördüğünde daha güçlü bir sesle "nonaaa" diye haykırarak yerinden fırladı.. diğer soylular, asil tüccar dimitri'nin bu hareketinden dolayı ürkmüşler ve muhafızları çağırmışlardı.. 5 muhafız, deliler gibi bağıran adamı zorla zaptederek binbir güçlükle dışarı çıkardılar.. dışarıda hazır bekleyen bir atlı arabaya konan adam, bağlanarak manastıra doğru dörtnala götürüldü.. bu çılgınlıktan onu ancak rahipler kurtarabilirdi..

yerde yatmakta olan barbar kendi lisanında hayır anlamına gelen kelimeyi, çılgın kalabalığın haykırışları arasından duyduğunda gözlerinde nefret ve kinden bir bulut belirmişti.. öfkesi kabardıkça acıları unutmaya, sonsuz bir ırmaktan içine dolan hırsı ve gücü derinden hissetmeye başladı.. ve o da soydaşı gibi "nonaa" diye haykrarak yattığı yerden öyle büyük bir hız ve kuvvetle fırladı ki, ona son darbeyi vurmaya gelen cüce, barbarın kalktığını, vücudu ikiye ayrıldıktan sonra farketti.. kendi kaba dilinde küfürler savurarak, yerdeki elfin işini bitirmek üzere yaklaşan cüceye döndü.. cüce korkuyla yere iki parça halinde düşen arkadaşını görüp silahını kaldırmaya fırsat bulamadan dehşet veren bir haykırışla üzerine çöken ölümün kollarına bıraktı kendini... ruhunu teslim etmeden önce barbarın gökgürültüsü gibi bir sesle "hainleeerr" diye bağırdığını duyar gibi oldu..

bir an elfle gözgöze geldi barbar, öfkeyle kanlanan gözleri daha insanca bakıyordu şimdi... elfi kucağına almak için eğildi fakat bu samimi hareketi reddedilince arkasını dönüp başı dik derin derin soluyarak ağır adımlarla kapıya doğru ilerledi.. sonra bir an durdu.. ve gözlerinin kızılı henüz sönmeden, gücünün son parçasıyla elindeki great swordu fırlattı arenaya doğru.. bütün arena "judge, judge, judge" sesleri ile inlerken havada birkaç tur atan kılıç arenanın ortasına saplandı.. barbar son kez temiz havayı çekti ciğerlerine.. ve çıkıtığı kapıdan, zindanın karanlığına dalıp gölgeler içinde kayboldu...


15 Haziran 2006