siperliğin kırık köşesinden başını çıkarıp doğu ufkuna baktı..
gecenin sessizliği bozulmuştu artık..
henüz güneş doğmamış ancak ufuk çizgisi iyice kızarmıştı..
nöbet arkadaşı yere çökmüş, yuvarlak tepeli iki yanı püsküllü tunç miğferinin üzerine oturup sırtını siperliğin kenarına yaslamıştı.. elindeki mızrağa, bir kadına sarılır gibi sarılmış uyukluyordu..
yalnızca ikisi vardı 3 numaralı doğu burcunun tepesinde.. doğu istihkamının en güçlü ve heybetli burcu idi burası.. 35 adam boyu yüksekliğinde bir bir yapıydı.. her birinde güçlü savaş makineleri, kızgın yağ kanalları vesair edevat bulunan 10 katlı bir kule.. cehennem diyorlardı ona.. geçmiş zamanlarda yaşanmış bir savaştaki büyük bir yangının neticesinde onlarca adam bu burcun içinde hapsolmuş, yanan ahşap katlar birbiri üzerine çökünce yetmiş küsur adam cayır cayır ölmüştü burada..
tabii bu çok uzun zaman önce yaşanmıştı.. artık o savaşlar ve yıkımlar çok geride kalmış silik birer hatıraydı yalnızca.. ama yine de şanlı Derfas'ın hiç savaş görmemiş askerleri her an savaşa hazır olmalıydılar.. 4 kuşak boyu kan ve yıkım görmemiş bu halkı korumak için eğitilmişlerdi.. kolları kılıcı bir tırpan gibi kullanmayı biliyordu ama hiç gerçek bir kol koparmamışlar, o garip/korkunç ifadeyle gözlerinin içine bakarak son nefesini tıslayan düşmanın bağırsaklarından kılıçlarını kurtarmaya çalışmamışlardı.. kanın tadını hiç bilmiyor, onun buruk kokusunu ise yalnız ozanlardan dinledikleri kahramanlık hikayelerinden biliyorlardı..
onur ve sadakat en övündükleri hasletleri idi..
yürekleri cesurdu..
ve şarapla demlenen coşkun gecelerde kolkola girip şarkılar, marşlar söylerlerdi kendileri ile çelişen :
"...ölümü bilmeyen cesaret hakkında ne bilebilir ..?"
kendisi gibi genç olan güzel karısını düşündü, kızılı derinleşen tan yerine dalmışken.. bu gece nöbet niyeyse geçmek bilmemişti.. o ise neredeyse gece yarısından beri buradaydı.. diğer arkadaşı gibi uyuklamamıştı da.. o yüzden hayli yorgun hissediyordu kendini..
doğu ufkunda ışıktan bir mızrak güneşten koparak gökyüzüne saplandı.. güneş henüz ışıldayan yüzünü tamamen göstermemişken onu ikincisi, üçüncüsü izledi.. gözlerini kısıp bu sihirli ana daldı.. sağ elindeki flamalı mızrağı sıktı zırhlı eldiven içindeki kırılgan parmaklar.. gözlerini kapayıp derin bir nefes çekti içine.. sabahın bütün sihrini ciğerlerine doldurmak ister gibiydi.. önce gülümsedi, sonra garip bir hisle durakladı.. ikinci bir nefes daha çekti hemen daha derince.. keşişlemeden esen rüzgarın taşıdığı koku kesifleşti bu sefer.. gözlerini açıp önce doğuyu sonra güney tarafını taradı bakışları.. birşey göremedi.. kısa bir süre geçince güney doğudaki uzak tepelerde kımıldanan karaltıları seçebildi.. binlerce, yüzbinlerce karınca gibiydiler..
kalbi bir lahza için durdu..
korku ve heyecan içinde geriye koşarak merdivenin yanındaki büyük ve eski, solgun bronz boruyu çaldı kuvvetle..
borudan bir an için ses çıkmadı..
sonra ise yavaş yavaş yükselen bir uğultu kapladı gökyüzünü..
DUUUUD DUUUUUUUUUUUUUD
DUUUD DUUUUUUUUUUUUUUUUD
ciğerleri yırtılırcasına üfledi boruya.. zarafet krallığının huzurlu seheri bu hoyrat avaz ile bölündü..
ve uzun yıllar sonra bu kentin külleri üzerinde gezinen bir ozanın diyeceği gibi :
"...o gün İsrafil'in Sûr'u dünya için değilse bile,
şimdi bu karanlık şafakta, Derfas için inliyordu..."
03 Mart 2009