Tuzlu Su



hayat sebeplerle dolu.. herşey bir diğer şeyin oluşunun bahanesi.. attığımız her adımda, aldığımız her nefeste hayat denen bu kurgunun sebeplerini üretmeye devam ediyoruz.. birileri geliyor, birileri gidiyor, birileri doğuyor yada ölüyor birileri.. seviliyor, seviyor insanlar.. yada seviyor ve nefret ediyorlar.. süt şişesini dolaba koyuyor kadın.. ellerim klavyenin üstünde, düşünmeden, hızla tuşların üzerinde geziniyor.. beynimdeki elektrik dalgaları ellerimdeki kas sistemlerine korkunç bir süratle sinyaller alıp gönderiyor.. somalide küçücük bir çocuk ölüyor, elindeki makinalı tüfekle.. iki kaşının arasına giren,  M-16 piyade tüfeğinin 5,56 x 45mmlik mühimmatı ile.. kurşunu atanda ise sevinç: "indirdim serseriyi.." ve ağlıyor bir genç kız istanbulda.. aldatılmanın acısıyla.. boyacı amcanın yüzünde mutluluk var.. yanından geçen binlerce insanın arasından biri ona "hayırlı işler olsun.." diyerek gülümsemeyi seçtiği için..

sebepler ve olaylar korkunç derecede karmaşık bir kurgunun figüranları yalnızca.. acaba kurgu basit de biz mi karmaşıklaştırıyoruz..? neyse.. bu değil konumuz.. trilyonlarca sebebin arasından, geçen haftalarda olan biri önemli şu an için.. gözlerime bakıp "neyin var..?" diye yöneltilen bir soru.. çoğu zaman geçiştirilir bu tip sorular tarafımca itinayla.. bu sefer içime öyle bir bakıp sordu ki bunu soran.. bir kaç başarısız denemenin ardından teslim oldum soruya.. "neyin var..?" bir an durdum.. "neyim var acaba..?" diye.. onun gözünden bakmaya çalıştım kendime.. gördüm de işin komiği.. hakikaten görüntümden kendim rahatsız oldum.. beceriksizce gülümsemeye çalıştım sonra.. sonraki bir kaç gün ve daha sonra bugüne kadar halen devam etmekte olan, yaşmım üzerine bir tanımlamaya sebep oldu bu soru ve soruş.. yaşamı ve kurguyu anlamaya dair bir teze dönüştü sonra.. halen de sona ermiş değil.. ama başlangıç aşamasındayken düşüncelerimi somutlaştırmak istedim.. hafızam iyi değil bu aralar.. çabuk unutuyorum herşeyi.. ön hazırlık olarak alınmış bir nottur bu yazdıklarım..

velhasılı kelam.. sorunun akabinde, sadece birkaç saniye içerisinde, düşünceler silsilesi, milyonlarca beyin hücresi iletişime geçip, duygusal sağ lobun aldığı duyu verilerini, sol lobun mantık ve analiz gücü ile harmanlayınca şu garip sözcükler çıktı ağzımdan.. "TUZLU SU" ..

26 yıllık yaşamın özeti.. aslında tüm yaşamların özeti idi aynı zamanda..

tanım çıktıktan sonra korkunç bir hızla çalışmaya başladı tekrar sinapslar.. her nörondaki binlerce sinaps açılıp kapanarak bir sonraki ilgili veriyle bağlantı kuruyor, sonrasında ise tüm bu karmaşık veriler  anlayabileceğim şifrelere dönüştürülüp bilinçten açığa çıkıyor.. bu açığa çıkışın bir kaç saniyelik trilyonlarca işlemin sonucu 3 kelimelik bir analiz raporu: "TUZ SUDAN AYRILMAZ"

şimdi ne demek tüm bunlar?..

tuzlu su ile kastedilen "tuz" öylesine homojen dağılmıştır ki suyun içinde, onu herhangi bir yerde bulamazsınız.. varlığı ile suyun varlığına karışmıştır.. ve söz konusu tuzu hissedebilmeniz fakat tuzu sudan ayıramamanız gerçekliğine iter bu sizi.. ne kadar ararsanız arayın.. ne kadar uğraşırsanız uğraşın hep birşeylerin eksik kalması bundandır. tüm sorun, problemi benliğimizde somut bir varlık olarak değil, homojen bir şekilde tüm varlığımızın içinde, varlığımızla beraber varolduğunu kabul edemememizden kaynaklanır.

insanın yaşamı zaten negatif ve pozitif değerlerin dengesi üzerine kuruludur.. aynı zamanda tüm evrende de geçerlidir bu denge.. yin-yang sembolündeki gibidir.. ağırlık merkezi hiçbir zaman beyaza yada siyaha (su ve tuz) kaymaz.. ikisi arasında dengededir.. ve bu iki renk aynı zamanda birbirinin içindedir (siyah nokta, beyaz nokta) asla ayrılmazlar..

şimdi konunun burasında durup düşünmek gereğini hissettim.. bu ayrılmamazlık ve denge kaçınılmaz olsa da, bu tuz beni rahatsız etmekte.. kabullenip boyun mu eğmeliyim buna, yoksa yapılacak bir şeyler var mıdır acaba..?

bunun bir yolu olabilir.. yukarıda vardığımız sonuç "TUZ SUDAN AYRILMAZ" dı.. hakikaten de öyledir.. tuzu sudan ayırmazsınız ama "SU TUZDAN AYRILIR"..

nasıl mı..?

tuzlu su bileşiğini kaynama sıcaklığına kadar ısıtırsınız.. "saf su" buharlaşarak "tuz" dan ayrılacaktır.. ve uygun ortamda soğuk bir yüzeyle buluşturulduğunda su buharı yoğunlaşacaktır.. ve işte karşınızda erişilmek istenen "saf su"..!! ve buharlaştırma işleminin yapıldığı kaba baktığımızda, dibe çökmüş bulunan, az önce suyun içinde sonsuz bir homojenlikle karışmış olan, beyaz kristalleri görüp gülümseyebilirsiniz..

KISACASI:
içimizde bizi rahatsız eden milyonlarca düşünce, anı, fikir, görüş, zan, kısıtlılık..vs var.. ve bunlar her an hissedebileceğimiz ama ne olduklarını anlayıp, algılayıp, ayırıp, kurtulabileceğimiz, şeylerden değil.. hal böyleyken.. yapılması gereken, imkansız için uğraşıp tuzu sudan ayırmak değil..  yapmamız gereken yegane şey, "doğru" olarak düşündüğümüz şeyleri azim ve kararlılıkla kendimizden açığa çıkarmak olmalıdır (buharlaşma).. hatta dağlar duvar olsa önünüze, yollar kördüğüm düğümlense dönmemelisiniz bundan.. içinizdeki tuzlu kısım çoğu zaman yapmaya çalıştığınızı farkedip, bu dağları olduklarından daha da büyük göstererek yeni engeller koyacaktır önünüze.. siz onu dinlemeyip daha da büyük bir azimle yürümelisiniz o anlarda.. elinizden gelen ne varsa küçük ya da büyük.. her an her dakika uyanık olup yapmalısınız (sürekli buharlaşma).. daimi uyanıklık haline adım atmalısınız.. sürekli farkındalıklık haline.. bir çocuğun saçını okşamaktan, yolda arabası devrilmiş bir çöp toplayıcı çingeneye yardım etmeye kadar her an, her durumda ve hak etse de etmese de herkese.. çünkü ancak böyle içimizdeki saf suyu çıkarıp tuzdan ayırabiliriz.. ve ayırdıkça tuzun tadı daha acı gelmeye başlar.. tuz sabit kalıp su buharlaştıkça daha kesif bir acı çıkar tuzdan.. ancak o zaman farkında olmadan içtiğimiz tuzlu suların aslında ne kadar acı olduğunu kavrayabiliriz.. ve ancak o zaman vazgeçebiliriz bu tuzlu suyu içmekten.. saf suyun tadına varmış olarak olarak huzur içinde yaşayacağımız o zaman..

---------------------------------
bir nefeste çıktı bu düşünceler.. ve şimdi de bunların bağlandığı bir takım gerçeklere değinmek lazım.. tasavvufta nefs mertebeleri diye açıklanan ve aslında yukarıda anlattığım, şimdi sadece bağlantılarını kurup bırakacağım kavramlar.. bunlardan ikisi ile çok alakalı bu anlattıklarım.. 2nci ve 3ncü mertebeler olan Levvame ve Mülhime denilen seviyelerdir bunlar..

varlığının yalnızca "su" dan oluşmadığını farketmiştir Levvame mertebesindeki fert.. suyun içindeki tuzun farkına varır ara sıra.. ama kurtulamaz bir türlü bu tuzdan ve bazen de suyun tuzlu olduğunu unutur.. çoğunlukla, aslında tuzlu su olduğunu farkederek kendine kızar.. ve tuzu arayıp çıkarmaya çalışır.. fakat bu imkansız işi başaramaz.. ve yılgınlıkla kızgınlık arasında bir oraya bir buraya sürüklenir durur.. bu tuz yaradılışına zarar vermektedir ve istese de ondan kurtulamamaktadır.. aslında niyeti iyi olduğu halde yöntemi yanlıştır.. bu mertebedeki fert suyun tuzsuz halini yaşamamıştır henüz.. sadece ara sıra, anlık farkedişlerle varlığının tuzlu su olduğunu hisseder..

Mülhime seviyesindeki fert ise tuzlu su olduğunun mutlak bilinci içindedir.. ve bununla birlikte anlık oluşumlarla saf suyun tadına bakar.. ve bu tatlı su ona yaradılış gayesini hatırlatır, huzura erdirir.. ancak tekrar tuzlu su halini yaşamaya devam eder.. saf suyu tam tadış hala gerçekleşmemiştir bu fert için.. hala tuzlu suyu içmekte ancak kendisine sunulan saf sudan da faydalanabilmektedir..

şimdi bağlantıyı kurup sonuca ulaşmak gerekirse.. saf suyu tadış, malesef insanların büyük çoğunluğuna oldukça uzak bir kavram.. ancak insan gelişmeye açıktır.. isteyen için daima tekamül yolu açık bırakılmıştır.. varlığımızı farkedip değerlendirip tanımlamalıyız.. "bu kurgunun neresindeyim..?" i sormalıyız kendimize.. ve bu soruş devamlı olarak yaşanmalı içimizde.. geçenlerde eşime verdiğim bir örnek gibi: "bir pervane düşün.. herhangi bir motora bağlı değil ama sürekli dönmekte.. onun dönüşünü hissetmeye çalış.. beyninin içinde.. rüzgarını hisset.. bilinçli olduğun her an onun dönüşünü hisset.." diye özetlemiştim bu hali.. pervane bir imgeydi sadece.. o pervanenin bulunduğu yer için, ilginç bir şekilde ikimizde aynı noktayı göstermiştik kafamızın üstünde.. belki de devamlı uyanıklık hali beynin belirli bir bölgesinde yaşanıyordur bilemiyorum.. tek bildiğim yaşamın sandığımız kadar uzun olmadığı.. ve bize sunulan bu hediyeyi en doğru şekilde değerlendirmemiz gerektiği..

kendimizle çatışmamanın yolu kendimizi tanımaktan geçiyor.. ve doğru yolu bulmak da kendimizle çatışmayı bıraktığımız anda mümkün olabiliyor ancak.. kanadından haberi olmayan kuşun uçamayacağını anlamamız gerek artık.. kanatlarımızı farkedebilmek ve sonsuz vadilerde, fırtına kuşları gibi rüzgarı kovalamak için..


03 Mart 2007