Altın Maşrapa Hanı

elindeki bira dolu  tahta kupayı masaya bıraktı genç adam.. çok sık içmezdi.. ama her içtiğinde hüzünlenirdi..
"evet dostum işte böyle başladı hikayem.. biraz uzun bir giriş oldu biliyorum ama sorunu cevaplamak için en başından anlatmam gerekiyordu.. bana şovalye nedir demiştin değilmi..? bağnaz dik kafalı adamlardır demiştin.."

karşısındaki adamla yumuşak bir sesle konuşuyordu;

"annem öldükten sonra, 8 yaşında iken amcam tarafından bırakıldığım manastır yarattı şu gördüğün adamı.. şovalyeyi, paladini.. adalet, sadakat, onur, güç, inanç, sabır, kararlılık.. hepsini orada öğrendim.. en çok da sabrı.. küçük hücrelerde geçen ve sadece ekmek ve su ile yaşadığım düşüncelerle dolu günler geceler.. hayatımın anlamını yitirdiği, yaşamın sadece tek bir amacı olduğunu anladığım o hücrelerde, aldığım her nefesi borçlu olduğum yüce tanrıyı hissetme çabaları.. bunlar senin dik kafalılık dediğin gerçeği farkediş ve biliştir işte dostum.. öyle bir farkındalıktır ki bu; hiçbir güç değiştiremez bu gerçeği.. yıllar süren arayışla bulunandır çünkü senin dik kafalılık dediğin.."

son sözleri biraz yüksek perdeden çıkmıştı.. o da bunu farketti ve yavaşça, az önce doğrulduğu tabureye oturarak "afedersin kardeşim.." dedi mahçubiyetle..
karşıdaki adam anlayışlı bir tavırla başını sallayarak "lütfen devam et, detayları hoşuma gitti.." dedi sakince.. ve bıyıklarının altında şefkatli bir gülümseme belirdi.. karşısındaki genç subaya bakıyor ve kendi gençliğini hatırlıyordu.. uzun yıllar önce yitirdiği şeyleri.. şimdi ise gözleri içkiden kan çanağına dönmüş bu genç adam, her nasılsa başka hiçbir sarhoşluk emaresi göstermeden, düzgün bir konuşma dili ile ona yıllar öncesinden sesleniyordu sanki..

31 Ekim 2006