Tabut, Sincap ve Gelincik

ağlıyor.. yanık sesi çınlıyor geniş salonun duvarlarında.. sesi acı bir kabullenişle yüklü.. isyan değil.. bile bile yaşanan yürek acısının yansıması.. elleriyle dizlerine vuran kadınların gözleri yaşlı.. en önlerinde oturuyor.. öne eğilmiş başı, ağıtın ritmiyle bir sağa bir sola salınıyor.. başının gölgesinin düştüğü yer damla damla ıslanmış gözyaşlarıyla.. hangi söz anlatabilir o sesi..?

yavaşça açılıyor yas evinin kapısı.. dışarıdan sert bir ses; "dikkaat..!!!" sert adımlarla komutan giriyor içeri.. başıyla matem yüklü mekana selam vererek giriyor kapıdan.. sertçe ve topuklarının üzerinden dönerek dimdik duruyor kapının sağ yanında.. açık kapıdan odaya giren akşam güneşi ile parlıyor geniş göğüslü, kırmızı pelerinli, tunç zırhı..

dışarıdan adım sesleri geliyor.. ve susuyor kadınlar gürleyen adım sesleriyle.. ağıt susuyor.. sık ve küçük adımlardan çıkan gümbürtü ile sarsılıyor toprak.. kadın susuyor.. açık kapıya bakan gözleri yaşla dolu.. doğruluyor dizlerinin üzerinde.. parlayan güneşle seçilemeyen silüetler yürüyor avluya doğru.. arkalarından gelen güneşin ışığıyla şimşekler çakıyor zırhlarından.. sık ve kısa adımlar yaklaşıyor avluya.. gümbür gümbür.. yaklaşıyorlar omuzlarında taşıdıkları tabutla.. parlayan güneş gözünü alıyor kadının.. ayağa kalkıyor yanındakilerin desteğini reddederek.. sevdiğini son kez kapıda karşılamak istiyor.. diğer kadınlar da kalkıyorlar onunla birlikte..

askerin çaldığı flüt sesi..

kadın bayılmamak için zorluyor kendini..

flüt sesi..

ne kadar acı bir sesmiş bu meğer..

kapıya doğru yaklaşıyor.. kılıcını çekiyor kapıda bekleyen komutan.. zarif bir reveransla önüne, yere doğru uzatıyor kılıcı ve sonra sertçe yukarı çene hizasına kaldırıyor kabzasını..

ağır adımlarla çıkıyor kadın matem evinden..

bu acı..

yüreğine oturan bu taş..

yavaşça ortadaki sunağa konuyor tabut.. saygıyla geri çekiliyor askerler.. başları eğik..

acının büktüğü belini dik tutmaya çalışıyor genç dul.. O böyle görmek isterdi kadınını çünkü..

daima güçlü..

derin bir nefes almaya çalışıyor yanan ciğerlerini zorlayarak..

flüt susuyor..

taş avluyu dolduran onlarca insan.. herşey, kuşlar, gökyüzü, rüzgar susuyor..

etrafına bakıyor kadın..sonra göğe ve kralın evine, hüzünle salınan kraliyet sancağına.. tabutun üzeri açık.. kralın elleri iki yana bırakılmış ve göğsünün üzerine son çarpışmada kullandığı parçalanmış geniş kalkanı konmuş.. onu başka bir namahrem elden korumak istercesine kapatmış göğsünü..

.....

avlunun dışında, doğu tarafındaki ulu ve halk arasında kutsal kabul edilen kadim çınar ağacının üzerinde sessizce oturan minik sincap kalabalığa bakıp anlamlandırmaya çalışıyor olan biteni.. bir mana veremese de aklında bir kaç saat önce yaşadığı korkunç tecrübe var hala.. minicik kalbi çarpmakta o büyük mücadelenin etkisiyle.. evine girmeye, yavrularının canını almaya gelen yılanın önüne atıldığında ne yaptığını düşünmemişti bile.. yalnızca yavruları ve yuvası vardı aklında.. yılanın korkunçluğu ve büyüklüğünü düşünmeden saldırmıştı.. yılan, bu kadar küçük ve aciz bir yaratığın gözlerinde çakan şimşekleri farkettiğinde şarşırdı.. parlayan gözlerindeki kararlılık ve vahşet çağrısı yapan minik pençeleri koca şeytanı tereddüte düşürdü.. sivri dili ile yaptığı bir kaç başarısız hamleden sonra, vahşice üzerine atılan sincabın minik dişlerinin, gözünü oyan korkunç acısıyla hızla terketti ağacı ve sincabın yuvasını..

şanslıydı evet..

cesaret ve şans yanyana geldiğinde oluşan muazzam güç ve sihirli şeylerin haddi hesabı yoktur..

sincap bunun bilincinde değildi belki.. yılanı kaçıran sincabın cesareti ve gözü karalığıydı elbette.. güç cüssede, maddi üstünlükte değil cesarette saklıydı.. bunu öğrenmişti sincap.. bunu uzun yıllar önce öğrenen bir diğer kahraman ise şimdi tabutta selamlamaktaydı akşam güneşini.. kadınının gözyaşları yanağına damlarken..

feda edebileceği şeylerin mukayesesini yaptığında, yuvasının, ülkesinin, yavrularının, masumların ve ülkesinin kadınlarının namert ellere düşmesi ihtimalini herşeyin üzerinde görebilenlere ne mutlu.. bunlar ise terazinin bir kefesinde olan, ben canımı koyuyorum diğer tarafa diyebilenlere ne mutlu.. varlığını bu uğurda feda edebilenlere.. diğerkâmlığı ve cesareti sonsuz onur görüp kanlarıyla namerdi boğanlara..

ne ilk ne de sondu Sparta'lı Leonidas.. bu toprakların üzerine bu toprakların uğrunda düşen.. ardından gelen binlercesi aynı kaderle göçtü bu topraklardan.. başka ülkeler, idealler uğruna.. bizim için ölenler ise Urfa'da, Antep'te, Maraş'ta, Çanakkale'de.. ve şimdilerde Anadolu denen bu kutsal kan deryasının doğusunda, güneydoğusunda..

bu topraklardan hep yiğitler çıktı.. hala da çıkmakta.. hala ağıtlar yankılanmakta taş duvarlarda.. aylardır toprağa düşen gencecik çocukların haberleriyle dolu gazeteler..

ve sanırım ademoğlu bu topraklar üzerinde yürüdüğü sürece elde etme hırsıyla dolu bir yaratık olarak yaşamını savaşla sürdürecek..

ve sanırım barış sonsuz bir rüyaymış gerçekten..

ve sanırım tırpanın kestiği gelinciğin toprağa düştüğü gibi düşecekmiş hep gencecik evlatlar.. batmakta olan son akşam güneşinin kızıllığını selamlayarak..


12 Haziran 2007