bahsedilen yada algılanan manada "göz" ü yoktur yaradanın.. o sizinle beraberdir.. kitabında kendi kelamı ile belirttiği gibi; şah damarımızdan daha yakındır bizlere.. ne demektir bu..? hiç düşündünüz mü..?
bu tarz hayali benzetmeler yanlış anlaşılmalara götürebilir insanlığı.. Allah'ı gözü kulağı olan, oturduğu tahtından bizi izleyen, hoşuna giden şeyleri ödüllendiren, kızdığı zaman hiddetlenip cezalar, belalar gönderen pagan tanrıları veya zeus benzeri bir tanrıya benzetme girişimlerini çok doğru bulmuyorum esasen..
zaten ateist kesimin "tanrı" yı reddediş sebepleri de bu yüzdendir.. kendilerine "tanrı"yı değil Allah'ı anlatan çıkmamıştır bugüne kadar.. ve onlar da haklı olarak (aklı başında herkesin yapacağı gibi) kendilerine dayatılan zeus benzeri tanrı modelini (kızan, sevinen, cezalandıran, korkutan, ödüllendiren) reddedip asi olmaktalar.. aslında akıllı yada akılsız hiçbir yaratılmışın, yaradanı reddetmesi mümkün değildir.. varlığın tümünün, tüm mevcudatın varoluş sebebidir.. sebeb-i hayatını reddetmek mümkün müdür..?
yeterki onlara doğru tanıtılsın.. gözü kulağı, eli ayağı, geliştirilmiş insanî duyguları olan "tanrı"nın olmadığı onlara açıklansın.. onlara Allah'ın, tahtında oturan ve hükmünü süren bir pagan tanrısı değil, tüm varlığı ile varlığımızı saran, taşta toprakta, ağaçta, ceylanı parçalayan aslanın gözlerinde, aslana teslim olan ceylanın son nefesinde, kendini evladı uğruna feda eden bir babanın yüreğinde, yolda dalgın yürüyen kadının düşüncelerinde, ağlara sarılıp o günkü ekmeğini denizden çıkaran balıkçının ağa asılan yıpranmış ama güçlü ellerinde, güneşin doğuşunda, galaksilerin yokoluşunda, hissettiğimiz yada farkedemediğimiz tüm oluşlarda, her an ve her yerde görebileceğimiz mutlak varlık olduğu anlaşılsın.. yeter ki bakmasını bilelim.. "göz" le değil yürekle..
bunu daha iyi anlatabilmek için küçük bir açıklama ekleyeyim.. uzakdoğu sporlarına ilgi duyarım.. bundan seneler önce bir gün hocamızın sensei'si seminer vermek için ülkemize gelmişti.. o seminer sırasında gerçekleşen bir olay..
ışıklar kapanıyor.. heryer zifir siyah.. usta öğrenciler (1-2. kyu civarı) ortaya toplanıyorlar.. ve sensei eline aldığı uzun sopaları (jo) dojonun ortasına, öğrencilerin bulunduğu yere doğru fırlatmaya başlıyor.. tabi kimse böyle birşey beklemiyor.. dan dun ortalık karışıyor birden.. sırayla ve seri olarak atıyor.. 2-3 dakika sonra ışıklar açılıyor.. her taraf tarumar tabii.. bizim abiler dağılmış.. senseimiz onlara bakarak biraz hayal kırıklığı biraz da tatlı sertlikle şöyle diyor.. "ne zaman ki gözünüzle değil bilincinizle, yüreğinizle görmeye başlarsınız, işte o zaman bir ilerleme katedersiniz.."
çok düşündürdü beni bu söz.. yapılan tüm çalışmalar, antrenmanlar, yaşanan herşey aslında tek bir amaç için.. fakat biz amaç ile aracı birbirine karıştırmışız meğer.. hayat kargaşası, iş güç, evlilik, okul, çoluk çocuk, amaçlar, idealler, çabalar, çırpınışlar, acılar, mutluluklar, kavuşmalar ve kaybedişler.. bunların hepsi tek bir "şey"e ulaşmak için.. gerçeklik perdesinin ardında kaybolup gizli bir hazine gibi kendisini bulmamız için bizi beklemekte.. gözümüzün gördüğünün ötesini görüp hissedebilmek, kulağımızla duyduğumuzun arkasındaki manaları algılamak, dokunduğumuzda hissedilen titreşimlerin yoğunluğunu fark etmek, kokladığımız nesnelerin gerçeğini özümsemek, hayatın lezzetini dilimizden öte tadabilmek..
sınırlar kalktığında anlamlar da değişecektir.. yeter ki siz bu anlamları üzerine bina edebileceğiniz inancınızı oluşturun.. anlamlar ve gerçekler değiştiğinde oturacak zeminleri olsun.. işte o zaman ne "göz"ün ne de görmenin bir anlamı kalmayacaktır.. Allah herşeyi görür, ama "göz" ile değil..
7 Temmuz 2007